İletişime geçin
+905455880258Kefalet sözleşmesi müessesesi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 581 ila 631. maddeleri arasında yer alır.
TBK m. 581’e göre “kefalet sözleşmesi, kefilin alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşmedir.”
Kefalet sözleşmesinin tarafları kefil ve kefalet konusu borcun alacaklısıdır. Esas borçlu söz konusu sözleşmeye taraf değildir. Ayrıca, kefil hiçbir zaman esas borçlunun yerine geçip onunla aynı şekilde borcun yükümlülüğünü üstlenmez. Diğer taraftan, kefil ile esas borcun alacaklısı arasında kurulan kefalet sözleşmesine, borçlu iştirak etmemektedir. Kaldı ki borçludan rıza alınması ihtiyacı da yoktur. Ayrıca borçlu, kefalet sözleşmesinin yapılmasını istemese dahi bu sözleşme kurulabilir ve sözleşmenin hüküm ve sonuç doğurması borçlunun iradesine bağlı değildir. Asıl borçlunun borcunu ifa etmemesi ve kefilin de kefalet sözleşmesinden doğan borcunu yerine getirmiş olması durumunda, kefil, alacağa kanuni halef olmaktadır. Kefalet sözleşmesinde amaç, bir alacağın güvence altına alınmasıdır. Dolayısıyla Teminat fonksiyonu bu sözleşmenin asli sebebini oluşturur.
Tek Tarafa Borç Yükleyen Bir Hukuki İlişki Olması
Kefalet sözleşmesi, kural olarak tek tarafa borç yükleyen hukuki bir işlemdir. Kefalet sözleşmesinin tanımına göre, bu sözleşmeyle sadece kefil borçlu durumundadır; alacaklının, kefile karşı bir yükümlülüğü bulunmadığından kefil ivazsız bir borç yüklenicisi konumundadır.
Kefilin Borcunun Feri Nitelikte Olması
Kefalet sözleşmesinde, kefilin borcu geçerli bir esas borcun varlığına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Esas borcun bulunmaması durumunda kefalet borcu da söz konusu olamaz. Bu borcu, garanti sözleşmesi gibi diğer benzeri sözleşmelerdeki borçtan ayıran en çarpıcı özellik kefaletin fer’i olmasıdır. Kaldı ki fer’ilik ilkesi kefalet sözleşmesinin ayırıcı özelliği olmakla birlikte taraflarca değiştirilemeyecek bir ilkedir. Kefilin borcu, doğuşu, devamı ve ifası açısından esas borca bağlıdır.
Kefilin Borcunun Tali Bir Borç Olması
Kefilin Borcunun tali borç olması, ikinci derecede borç olması olarak da ifade edilir. Borcun bu özelliği özellikle adi kefalet şeklinde kendini gösterir. Kural olarak, adi kefilden borcun talep edilebilmesi için asıl borçluya karşı takibin yapılması ve bu takibin sonuçsuz kalması, kefaletten önce verilen rehne başvurulmuş olması gerekir. Asıl borç muaccel olmadığı sürece kefilin borcu da muaccel hale gelmemektedir.
Geçerli Bir Asıl Borcun Varlığı
Kefaletten bahsedebilmek için geçerli bir asıl borcun mevcudiyeti gerekir. TBK m. 582’de bu husus hükme bağlanmıştır. Söz konusu madde hükmünün birinci fıkrasına göre, kefalet sözleşmesinin geçerlilik koşulları arasında yer alan geçerli bir asıl borcun varlığı, “Kefalet sözleşmesi, mevcut ve geçerli bir borç için yapılabilir. Ancak gelecekte doğacak veya koşula bağlı bir borç için de bu borç doğduğunda veya koşul gerçekleştiğinde hüküm ifade etmek üzere kefalet sözleşmesi kurulabilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Kefilin Ehliyeti
Kefalet sözleşmesinin geçerli bir şekilde kurulabilmesi için kefilin hukukî işlem ehliyetinin bulunması gerekmektedir. Bunun için kefilin tam ehliyete sahip olması aranmaktadır. Şayet, kefil tam ehliyete sahip değilse, onun adına hareket eden kanunî temsilci niteliğindeki veli veya vasi dahi kefalet sözleşmesi yapamaz.
Kanunî temsilci tam ehliyetsiz adına her türlü hukukî işlemi yapabilse de söz konusu madde hükmü uyarınca, bağış yapma, vakıf kurma ve kefil olma işlemini tam ehliyetsiz adına yapamaz.
Sözleşmenin Yazılı Biçimde Yapılmış Olması
Türk Borçlar Kanunu m. 12’de genel kural olarak ‘Sözleşmelerin şekli’, “Sözleşmelerin geçerliliği, kanunda aksi öngörülmedikçe, Hiçbir şekle bağlı değildir. Kanunda sözleşmeler için öngörülen şekil kural olarak geçerlilik şeklidir. Öngörülen şekle uyulmaksızın kurulan sözleşmeler hüküm doğurmaz.” olarak düzenlenmiştir.
Öte yandan, TBK m. 583’e göre kefalet sözleşmesinin geçerli olarak kurulabilmesi için yazılı olarak yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla ortada yazılı bir sözleşmenin varlığı olmadıkça, kefaletin mevcudiyeti kanıtlansa bile, kefalet geçerli olmaz.
Ayrıca, aynı madde hükmü uyarınca, kefalet sözleşmesinde, kefilin sorumlu olduğu azamî miktarın, kefalet tarihinin ve müteselsil kefalet söz konusu ise bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini, kendi el yazısı ile belirtmesi şarttır. Buna göre, TBK m. 583’te öngörülen düzenlemeyle kanun koyucunun, kefalet sözleşmelerinde aradığı şeklin bir geçerlilik şartı olduğu açık olarak belirtilmiş olmaktadır.
Eşin Rızası
Türk Medeni Kanunu’nun 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe girmesiyle, eşler arasında işlem serbestîsi ilkesi kabul edilmiş ve eşlerin tek başlarına ve herhangi bir onaya gereksinim duymadan kefalet sözleşmesi akdedebildikleri dönem başlamıştır. TBK m. 584’te ise eşlerin kefil olma iradelerine, ancak diğer eşin rıza göstermesi neticesinde hukukî sonuç bağlamaktadır.
Bu kapsamda, TMK’de eşlere tanınan özgürlük, TBK’de kefalet sözleşmesi açısından bir sınırlama ile karşılaşmaktadır. Eşin rızası eksik olarak kefalet sözleşmesi akdedilirse, söz konusu sözleşme ayrıca iptal beyanında bulunmaya gerek olmaksızın kesin hükümsüz, yani geçersiz olur. Söz konusu rıza bireyselleştirilmiş bir borca ilişkin olmalıdır; genel rıza yeterli değildir. Eşin rızasının yazılı olması gerekmektedir. Hâkim tarafından eşin rızasının olup olmadığı re’sen dikkate alınır.
Kefalet sözleşmesi asıl borca bağlı olarak sona ereceği gibi kefalet sözleşmesine özgü haller sebebiyle de sona erebilir. Asıl borcun sona ermesi ve kefalet sözleşmesinin sona ermesi halinde kefalet kendiliğinden son bulacaktır.
Fer’i nitelikteki hakların ve borçların mevcut ve geçerli olabilmesi, ancak esas borç mevcut ve geçerli iken olabilmektedir. Bu sebeple, esas borç sona erdiğinde, esas borca bağlı fer’i borç sona erer. Kefalet sözleşmesinden kaynaklanan yükümlülüğün fer’i niteliği gereğince, her kefalet için geçerli bir esas borcun varlığı gereklidir. Aksi durumda kefaletten bahsedilemeyeceği için, fer’ilik özelliğinin yansıması olarak, esas borç sona erdiğinde kefilin borcundan kurtulması kaçınılmazdır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2006/13-98 K. 2006/149 T. 12.04.2006:
“1-Az yukarda da kısaca özetlendiği gibi davalı davaya dayanak yapılan kefaletnamedeki imzanın kendisine ait olduğunu kabul etmekle beraber, 1997 yılında evinde hasta yatarken kendisine gelen davalı şirket elemanı ve asıl borçlunun, birkaç parça mal alınacağından bahisle kefaletine ihtiyaç duyduklarını belirtmeleri üzerine, kefaletnameyi boş bir şekilde imzaladığını, sonradan fahiş bir miktar üzerinden doldurulmasının kabul edilemeyeceğini, olayda hile bulunduğunu, küçük bir esnaf olması neniyle bu miktar üzerinden kefalet vermesinin hayatın olağan akışına da aykırı olduğunu öne sürerek, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece davalının bu savunması üzerinde durulmamıştır.
Davalının bildirmiş olduğu üzere dava konusu kefalet sözleşmesinden kaynaklanan aynı nitelikte ve aynı taraflar arasında başka davaların da bulunduğu anlaşılmakta olup, bunlardan biri olan 8.Asliye Ticaret Mahkemesine ait 2003/582E. Sayılı dava dosyasında Adli Tıptan alınan raporda, davalının imzalamış olduğu kefalet taahhütnamesinde tarih ve miktarı gösteren 8.11.1999 ve 500.000.000.000 TL. rakam ve yazılarının belgedeki diğer yazı ve rakamlardan mürekkep, renk koyuluğu, kalem ucu kalibresi, baskı derecesi bakımından farklı evsafta bir kalemle yazılmış olduğunun saptandığı ancak yazıların yazılmasında kullanılan kalem mürekkeplerinde yazı yaşı tayinine yarayan ve halen kullanılagelen bilimsel bir yöntem bulunmadığından sorulan hususta zaman birimleri itibariyle bir tesbite gidilemediği açıklanmıştır. Temyize konu olan davada ise yargılama sırasında herhangi bir bilirkişi görüşüne başvurulmamıştır.
Eksik inceleme ve araştırma ile hüküm kurulamaz.O halde mahkemece, tarafların gösterdikleri deliller toplanıp, konusunda uzman bilirkişi kurulundan gerekçeli ve denetime açık rapor alınmak suretiyle davalı savunması değerlendirilmeli, kefalet sözleşmesinin kuruluşu sırasında kefilin sorumluluk limitinin gösterilmesinin sözleşmenin geçerlilik şartı olduğu gözetilerek, dava konusu kefalet sözleşmesindeki limit ile ilgili bölümün farklı kalemle sonradan yazılıp yazılmadığı aydınlığa kavuşturulduktan sonra hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmelidir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.”
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi E. 2002/8239 K. 2002/9417 T. 03.05.2002:
“Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :
Takip müşterek borçlu ve müşterek müteselsil kefalet taahhütnamesine dayalıdır. Borçlu itirazından 100 milyar liralık kefalette bulunduğunu kefaleti gösteren miktar bölümünün boş bırakılarak bu kefaletin verildiğini alacaklı tarafından kefalet miktarının 300 milyar lira olarak yazıldığını ve 100 milyar liralık kefaleti içinde 14 nolu meskeninin toplam 100 milyar bedelle ipotek ettiğini alacaklının mükerrer takip yaptığını belirterek borcu bulunmadığını ileri sürmüştür.
Alacaklı vekile de itirazın kaldırılması dilekçesinde dayanak kefalet senedinin meblağ kısmının boş olarak düzenlenip imzalandığını sonradan kendisi tarafından muhtemel borçlanma karşılığı 300 milyar bedel yazıldığını nitekim bu miktardan da değil takip tarihindeki borçlanma miktarı olan 129.323.479.000 TL. üzerinden takip yaptıklarını belirtmiştir. Kefalet sözleşmesinin geçerliliği kefil olunan miktarın sözleşmede belirtilmesine bağlıdır. (B.K. 484) Düzenlenme tarihi itibariyle miktarı açık kefalet sözleşmesi geçersizdir. Bu sözleşmeye dayanılarak ve asıl borcun doğumuna ilişkin bir belge eklenmeden adı geçen geçersiz kefalet sözleşmesine dayanılarak takip yapılamaz.
İtirazın kaldırılması isteğinin reddine karar vermek gerekirken borçlunun iddiasının İİK 68. maddesindeki belgelere dayandırmadığından bahisle itirazın kaldırılmasına karar verilmesi isabetsizdir.”
Avukat vekalet ücreti, hakkınızda yürütülecek işlem ve dava üzerinden belirlenmektedir. Bilindiği üzere her yıl Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanan “Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi” yasalaşarak yürürlüğe girer. Görülen davalarda avukat vekalet ücreti, bu tarifede belirtilen ücretin altında bir tutar olarak belirlenemez, dolayısıyla her zaman sabit ve kesin değildir. Bununla birlikte Baro tarafından belirtilen asgari ücret tarifesinin üzerinde bir avukatlık ücreti belirlenmesi mümkün olabilir.(2023 -2024 Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi için tıklayınız.)
İletişime geçin
+905455880258