Borçlunun Temerrüdü
Borçlunun temerrüdü hükümleri TBK m. 117—126 maddelerinde düzenlenmiştir.
İçindekiler
Borçlunun Temerrüdü Nedir?
Temerrüd, borçlunun borcunu ödememekte veya alacaklının alacağını almamakta direnmesi olarak da ifade edilmektedir. Borç ilişkisinin amacına ulaşmasını engelleyen tarafa göre temerrüt, borçlu temerrüdü ve alacaklı temerrüdü olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
“Borçlu temerrüdü” kanuni bir tanım yer almaması sebebiyle farklı şekillerde tanımlanmıştır. Yargıtay borçlu temerrüdünün kanunda tanımlanmadığını ifade ederek; borçlu temerrüdünü ifası mümkün bir borcun borçlu tarafından yasal bir engel bulunmamasına rağmen zamanında ifa edilmemesi şeklinde tanımlamaktadır. Yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre; borçlu temerrüdünün gerçekleşebilmesi için, ifanın mümkün olması, borcun muaccel hale gelmesi ve uygun bir ihtar gerekmekte bununla birlikte; alacaklının temerrütte bulunmaması ve borçlunun, kendisine ifadan kaçınma yetkisi veren bir def’i ileri sürmemiş olması gerekmektedir.
Borçlunun Temerrüdünün Şartları Nelerdir?
Edimin İfasının Mümkün Olması
Temerrüdün ilk şartı, zamanında ifa edilmemiş olan edimin ifasının mümkün olmasıdır. Temerrüt kavramı yalın haliyle borcun ifasının mümkün olmasına rağmen ifada gecikilmiş olmasını karşıladığından, ifanın mümkün olması temerrüdün doğal şartıdır. Edimin ifası mümkün olduğu takdirde temerrüt gerçekleşir; aksi halde imkansızlık durumu ortaya çıkar ve temerrüt ile imkansızlık bir arada bulunamayan iki ayrı kurumdur. Edimin imkansız hale gelmesi ile birlikte, borçlunun ifa yükümlülüğü ile birlikte temerrüt hali de sona ermiş olur ve ifa yerine borçlunun zarar ve ziyanı karşılama yükümlülüğü geçer.
Borcun Muaccel Olması
Muacceliyet, temerrüdün zaman ile ilgili olan şartıdır. Muacceliyet anı, alacaklının alacak hakkının talep hakkına dönüştüğü, başka bir ifadeyle alacaklının ifayı talep hakkını kullanabileceği ve borçlunun ifada bulunmaktan kaçınamayacağı zaman noktasını ifade eder. Bu bakımdan muaccel hale gelen bir borcun, vadesi gelmiş ve ifa için artık herhangi bir süre söz konusu olmadığından; alacaklı borçluyu ifaya zorlayabilmek için artık bir süre daha beklemek mecburiyetinde değildir ve borçlu da ifayı temerrüde düşmeden bir süre daha geciktiremez durumdadır. Muacceliyet aynı zamanda ifanın şartı olan zamanı ifade etmektedir. Bundan çıkan sonuca göre; alacaklı muacceliyet anından daha geç bir zamanda yerine getirilen bir edimi, ifa olarak kabul etmeye zorlanamayacaktır.
Borcun muaccel olması bakımından incelenecek ilk hal, tarafların anlaşması yoluyla ifa zamanının belirlenmesidir. Taraflar ifa zamanını, sözleşmeyi yaptıkları sırada belirleyebilirler. Tarafların vadeyi belirlediği edim, sözleşmeden doğmuş olabileceği gibi sebepsiz zenginleşme veya haksız fiilden doğmuş da olabilir. İfa zamanı mutlak veya nispi olarak belirlenebilir. İfa zamanının mutlak olarak belirlenmesi, doğrudan doğruya belirli bir ifa günü veya tarihinin belirlenmesi şeklinde olabileceği gibi; kesin olan ifa zamanının ancak belirli ek bilgilerin göz önünde tutulması yoluyla, diğer bir ifadeyle hesaben belirlenebilir şekilde, dolaylı olarak da belirlenmesi söz konusu olabilir.
İfa zamanının belirlenmesi, sözleşme ile taraflardan birine veya üçüncü kişiye bırakılmış olabilir. Borcun ifa zamanını belirleme hakkının sözleşme taraflarından birine yahut bir üçüncü kişiye verilmesinde; vadeyi belirleme hakkı yenilik doğuran bir hak niteliğinde olup, bu hak karşı tarafa muacceliyet ihbarında bulunmak suretiyle kullanılır. Bu hallerde, muacceliyet ihbarında borçluya bir süre tanınmış ise, sürenin dolduğu günü izleyen gün; süre tanınmamış ise, ihbarın borçluya ulaştığı gün borç muaccel hale gelir.
Alacaklının İfayı Kabule Hazır Olması
Alacaklı, borçlunun edimi ifa teklifini kabule hazır olmalı ve edimin ifası için gerekli hazırlık fiillerini yapmış olmalıdır. Alacaklının kabul etmeyi beyan ettiği edimi borçlunun rızası olmaksızın kabul etmekten kaçınmakta hakkı bulunmamaktadır; çünkü alacaklı da bu bağlamda borçlunun borçlusudur.
Alacaklının ifayı kabule hazır olmaması halinde, akla ilk gelen hukuki kurum alacaklının temerrüdüdür. Alacaklının borcun ifasını sağlamak üzere ön hazırlık yapması gereken durumlarda, bu hazırlıkları yapmaması; borçlunun ifa teklifini haklı bir sebep olmaksızın kabulden kaçınması veya ifayı kabule hazır bulunmaması hallerinde, alacaklı temerrüde düşer. Alacaklı temerrüdünün olduğu yerde de borçlunun temerrüde düşmesi söz konusu olamaz.
Borçlunun Edimi İfadan Kaçınma Hakkının Bulunmaması
Borçlunun TBK m. 97’ye göre, edimi ifadan kaçınma hakkı varsa ve bu hakka dayanarak ödemezlik def’ini ileri sürerse; borçlunun ifadan kaçınması borca aykırılık teşkil etmeyeceğinden borçlu temerrüde düşmez.
TBK m. 97’ye göre, karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir. Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmede borç altına girenin, karşı edimin kendisine ifa edilmesi veya ifasının teklif edilmesi anına kadar sahip olduğu edimi ifadan kaçınma hakkı; akdin ifa edilmediği def’i veya ödemezlik def’i olarak adlandırılmaktadır.
Borçluya edimi ifadan kaçınma hakkı veren diğer bir hüküm TBK m. 98’dir. TBK m.98/I’ e göre, karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmede, taraflardan birinin borcunu ifada güçsüzlüğe düşmesi ve özellikle iflas etmesi ya da hakkındaki haciz işleminin sonuçsuz kalması sebebiyle diğer tarafın hakkı tehlikeye düşerse bu taraf, karşı edimin ifası güvence altına alınıncaya kadar kendi ediminin ifasından kaçınabilir. İki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde, önceden ifa ile yükümlü tarafa bazı hallerde edimi ifadan kaçınma hakkı bu düzenleme ile verilmiştir. Alacaklının borç ödemede güçsüzlüğe düştüğü hallerde, ifa zamanı gelen borçlunun hakkı tehlikeye düştüğü takdirde borçlunun ifadan kaçınması mümkün olup bu takdirde, ifadan kaçınan borçlu temerrüde düşmeyecektir.
Son olarak TBK m. 138’de aşırı ifa güçlüğü düzenlenmiştir. Tarafların sözleşmeyi yaptığı sırada öngöremediği veya öngörmelerinin beklenmediği ve borçludan da kaynaklanmayan olağanüstü bir durum ortaya çıktığında; borçluya edimi ifa etmek yerine başka imkanlara başvurma hakkı tanınmıştır. Borçlunun TBK m. 138 hükmünden yararlanabilmesi için, ortaya çıkan olgunun borçlu aleyhine, borçludan ifanın istenmesinin dürüstlük kuralına aykırı düşecek derecede değişmiş olması gerekmektedir. Bu koşullar gerçekleştiği takdirde, borçlu hakimden sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasını talep edebileceği gibi, uyarlama mümkün olmadığı takdirde ise sözleşmeden dönme imkanına sahiptir.
Alacaklının Borçluya İhtarda Bulunmuş Olması
Borçlunun, muaccel bir borcu ifa yükümlülüğü, ancak alacaklının edimi ifayı talep etmesi halinde doğduğundan; ihtarın gerekli olduğu durumlarda; muaccel hale gelmiş borcu ifa etmeyen borçlu, salt bu haliyle borca aykırı davranmış değildir. Alacaklının, borçlunun edimi zamanında yerine getirmemesine karşılık sessiz kalması halinde temerrüt söz konusu olamaz. Çünkü alacaklının sessiz kalması, alacaklının gecikme nedeniyle bir zarara uğramadığına, edimin hemen ifasında menfaati bulunmadığına ve borçluya bir zaman tanıdığına karine teşkil etmektedir.
Borçluya ihtarda bulunulmadığı takdirde, alacaklının henüz ifayı istemediği, ifa etmeme durumuna bir itirazı olmadığı veya borçluya ifa hususunda vade verdiği yönünde bir yorum yapılabilir. Diğer taraftan, ihtar şartının aranmadığı haller için aynı saptamayı yapmak mümkün değildir. Çünkü ihtarın gerekli olmadığı durumlarda diğer şartlar da mevcutsa, muaccel borcu ifa etmeyen borçlu, borç ilişkisinden doğan yükümlülük ve ödevlerini ihlal etmiş sayılır.
Borçlunun Temerrüdünün Sonuçları Nelerdir?
Aynen İfa Yükümlülüğü
Aynen ifa yaptırımı, kanuna uygun olarak kurulmuş bir sözleşmenin ifa edileceği yönünde bir ilke olan ahde vefa ilkesine dayanmaktadır. Bu ilkeye göre sözleşmenin tarafları, kurulan sözleşme ilişkisi ile bağlı olup borçlandıkları edimi yerine getirmekle yükümlüdürler.
Kural olarak alacaklı, aynen ifa mümkün oldukça, aynen ifadan vazgeçerek borcun ifa edilmemesinden dolayı tazminat isteyemez. Aynen ifa yerine tazminat isteme hakkı, yalnızca tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde, belirli şartların gerçekleşmesi üzerine, borçlunun temerrüde düşmesi haline özgülenmiştir.
Gecikmeden Doğan Zararlardan Sorumluluk
Alacaklı, borçlanılan edimin geç ifa edilmesi sebebiyle zarara uğramış olabilir. Alacaklı edimin aynen ifasının yanında gecikmeden kaynaklanan zararının da tazmin edilmesini borçludan talep edebilecektir. Gecikme tazminatı, alacaklının ifayı zamanında elde etmedeki çıkarını sağlamaya yöneliktir.
Alacaklının borçludan gecikme tazminatı talep edebilmesi için öncelikle bir zararının mevcut olması gerekir. İsviçre- Türk hukukunda zarar, kişinin arzusu dışında malvarlığının aktifinde meydana gelen azalma, pasifinde meydana gelen artma veya yoksun kaldığı karlar olarak tanımlanmaktadır. Zararın miktarının tespiti fark teorisine göre yapılır. Zarar gören tarafın mevcut malvarlığı ile zarar veren olay gerçekleşmeseydi malvarlığının içinde bulunacağı durum karşılaştırılır. Buna göre gecikme zararı, borçlunun edimin zamanında ifa etmiş olsaydı alacaklının malvarlığının içinde bulunacağı durum ile ifanın geç yapılmış olması dolayısıyla alacaklının malvarlığının mevcut durumu arasındaki fark, diğer bir ifadeyle borcun geç ifa edilmesinden doğan zarar olarak tanımlanabilir. Gecikme zararının varlığını ve miktarını ispat yükü alacaklıda olup, alacaklı temerrüt nedeniyle zarara uğradığını her türlü delil ile ispatlayabilir.
Alacaklının gecikme tazminatı talep edebilmesi için, borçlunun temerrüde düşmüş ve kendisinin de zarara uğramış olması yeterli değildir. Ayrıca bu zarar ile ifanın gecikmesi arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Dolayısıyla borçlunun sorumlu tutulacağı zarar belirlenirken, geç ifanın somut olayda meydana getirmeye niteliği icabı elverişli olduğu zararlar dikkate alınır.
Alacaklının gecikme tazminatı talep edebilmesinde aranacak diğer şart borçlunun kusurudur. Borçlunun gecikme tazminatı ödemesi, borçlu temerrüdünün kusura dayanan sonuçlarındandır. Temerrüde düşen borçlu, hafif de olsa ağır da olsa her türlü kusurundan sorumludur. Borçlunun hafif ihmalinden dolayı bir zarar meydana gelmiş dahi olsa sorumlu olacaktır.
Beklenmedik Halden Sorumluluk
Borçlunun sorumluluğu kural olarak kusur esasına dayanmasına karşılık, borçlu temerrüde düştüğü takdirde sorumluluğunun kapsamı genişlemekte ve borçlu kusuru dışında meydana gelen zararları da yüklenmektedir. TBK m. 119’da düzenlenen bu sonuca göre, temerrüde düşen borçlu temerrüt sırasında edim konusunun beklenmedik bir halden dolayı telef olmasından, bozulmasından, kötüleşmesinden veya malın iktisadi değerinin azalmasından sorumludur. Bu düzenleme ile temerrüde düşen borçlu için öngörülen ağırlaştırılmış bir tazminat yükümlülüğüdür; çünkü borçlu yalnızca temerrüdün sonucu olan zararlardan (gecikme tazminatı) değil, ayrıca temerrüt sırasında meydana gelen zararlardan da sorumlu tutulmuştur.
Beklenmeyen hal, hayatın olağan akışından çıkması beklenebilecek tesadüfler sınırını aşan ve elden gelen tüm önlemlere başvurulsa dahi borçlu tarafından önlenemeyen olgulardan oluşur. Beklenmedik hal; borca aykırı davranışla illiyet bağını kesen mücbir sebep ile borçlunun gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen engel olamayacağı durumları ifade eden ve sorumluluğu ortadan kaldıran kazayı, başka bir ifadeyle umulmayan olayı kapsayan bir üst kavramdır. Bu kapsamıyla, beklenmedik haller esasında bir kusursuz imkansızlık nedeni olduğundan, beklenmedik haller nedeniyle ifanın tamamen veya kısmen ifa edilemeyecek olması halinde; borçlu bu durumu ispat ederek borçtan kurtulur.
TBK m. 136 düzenlemesine göre, kural olarak borçlunun kusuru olmadan ortaya çıkan bir sebeple ifa imkansız hale gelmiş ise borçlu borçtan kurtulur. Temerrüde düşen borçlu bakımından ise prensip olarak, bu genel kural uygulanmaz ve edim konusuna kazayla gelecek olan zararlardan dahi mütemerrit borçlu kural olarak sorumlu olur.
Para Borçlarında Temerrüt Faizi Ödeme Yükümlülüğü
Borcun konusu belirli yahut belirlenebilir bir para meblağı ifade eden mali gücün alacaklıya aktarılması yükümlülüğünü ifade ediyorsa, para borcunun varlığından söz edilir. Temerrüt faizi, kaynağı ister sözleşme ister sebepsiz zenginleşme yahut haksız fiil olsun yalnızca para borçlarında temerrüde düşülmesine özgü bir yükümlülüktür. Para borcu dışındaki borçlarda, edimin değeri parasal olarak ifade edilse bile temerrüt faizi bu edimler bakımından uygulanmaz. Diğer taraftan para borcunun doğduğu sözleşme, tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme bile olsa, temerrüdün para borçlarına ilişkin genel hükümleri aynen uygulama alanı bulabilecektir.
TBK m. 120’ de para borcunu ödemede temerrüde düşen borçlunun temerrüt faizi ödeyeceği belirtilmiştir. Para borçlarının zamanında ifa edilmemesi hem alacaklı hem de borçlu bakımından iki ayrı sonuç doğurmaktadır. Öncelikle borçlu alacaklının parasını elinde bulundurmak suretiyle, alacaklının temerrüt süresince bu parayı kullanarak ekonomik menfaat elde etme, parayı değerlendirme imkanından yoksun kalmasına sebep olmakta; ayrıca borçlu bu parayı elinde bulundurduğu sürece faiz geliri elde edebileceği gibi, bir gelir elde etmese dahi karşılıksız kredi sağlayan konumunda olmaktadır.
Temerrüt faizi yasal bir faiz olup, temerrüt faizi ödeme yükümlülüğü doğar doğmaz muaccel hale gelir; temerrüt faizi ödeme borcunun doğması için borçlunun temerrüde düşmüş olması ve sözleşme konusunun bir miktar paradan oluşması gerekli ve yeterlidir. Dolayısıyla para borçlarında temerrüde düşen borçlunun temerrüt faizi ödeme yükümlülüğünün doğması bakımından, borçlunun temerrüde düşmede kusurlu olup olmaması önem taşımamaktadır. Hatta borçlu kusursuzluğunu ispat etmiş olsa dahi temerrüt faizi ödemekle yükümlüdür. Temerrüt faizi paranın bir ödeme aracı olmasının yanı sıra, yatırım aracı da olması özelliği sebebiyle; alacaklının paranın kullanma karşılığı olan faizinden yoksun kalmasının karşılığı olan asgari zarar kalemini karşılamaktadır.
Para Borçlarında Aşkın Zarardan Sorumluluk
Kanun koyucu, borçlunun temerrüde düşmesi sebebiyle alacaklının uğradığı zararı ilk planda temerrüt faizi ile gidermeyi amaçlamış; alacaklının zarara uğradığını ve borçlunun kusurlu olduğunu ispatlamaksızın, zararını elde edeceği temerrüt faizi ile gidermesini öngörmüştür. Diğer taraftan para borçlarında borçlunun temerrüdü nedeniyle alacaklının uğramış olduğu zarar, temerrüt faizinden fazla olabilir; bu zarara aşkın zarar (munzam zarar) adı verilmektedir. Aşkın zarar temerrütten kaynaklanan, fakat temerrüt faizi ile karşılanamayan zarar olup; borçlunun temerrüde düştüğü andan fiili ödeme tarihine kadarki süreçte gerçekleşen zararı kapsamaktadır. Aşkın zarar, tıpkı temerrüt faizinde olduğu gibi, kaynağı ne olursa olsun para borçlarında söz konusu olmaktadır.
Konuya İlişkin Yargıtay Kararları
Yargıtay 3.HD, T. 5.2.2014, E. 2013/16953, K. 2014/1581:
“Taraflar arasında görülen itirazın iptali davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Karar: Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü;
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre; sair temyiz itirazları yerinde değildir.
818 sayılı BK.nun 101/2.maddesi (6098 sayılı TBK.nun 117.maddesi) gereğince, muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur. Zenginleşen kimseden (iyiniyetli ya da kötüniyetli olsun) iade talep edilmeden önce temerrüde düşmüş sayılmasının yasal dayanağı bulunmamaktadır.
Sebepsiz zenginleşmeden doğan bir alacağa faiz yürütülebilmesi için alacağın muaccel olması yeterli olmayıp, alacaklının usulüne uygun ihtarı ile borçlunun temerrüde düşürülmesi zorunludur.
Davacı vekili takip talebinde, asıl alacak ile birlikte işlemiş faiz de talep etmiş, davalı vekili de alacağa, faize ve tüm ferilerine itiraz etmiştir. Bu durumda davada itirazın iptali talep edilmekle, takip tarihine kadar işlemiş faizin de talep edildiğinin kabulü gerekir.
Mahkemece yukarıdaki ilke ve esaslar gözetilerek, takip tarihi öncesinde davalının davacı tarafından temerrüde düşürülüp düşürülmediği, düşürülmüş ise ne zaman düşürüldüğü tespit edilmeden işlemiş faiz yönünden de davanın tümden, kabul edilmiş olması doğru görülmemiştir.
Öte yandan, İİK.nun 67/2 maddesi gereğince icra inkar tazminatına asıl alacak üzerinden hükmolunması ve dava tarihinden önce 23.000 TL.nin davalı tarafından ödenmiş olması nedeniyle dava konusu asıl alacak miktarı olan 1.750 TL üzerinden inkar tazminatına hükmolunması gerekirken, mahkemece takipteki ilk asıl alacak üzerinden icra inkar tazminatına hükmedilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”
Yargıtay 23. HD, T. 6.12.2012, E. 2012/5327, K. 2012/7205
“…yüklenicinin edimini süresinde yerine getirmemesi halinde arsa sahibinin gecikmeden doğan tazminatı talep hakkı Kanundan doğan bir haktır. (BK’nın m. 106/11) Gecikme tazminatına, işin sözleşmesine göre teslimi gereken tarihten, bağımsız bölümün teslim edildiği tarihe kadarki süre için ihtirazi kayıt aranmaksızın hükmolunur. Gecikme tazminatı, sözleşmede kararlaştırılmamış olsa bile, zararın kanıtlanması koşuluyla, zamanaşımı süresi içerisinde, her zaman, râyiç üzerinden istenebilir; sözleşmede kararlaştırılmışsa, ayrıca zararın kanıtlanmasına gerek yoktur; çünkü, taraflar gecikme zararını baştan kabul ettikleri için, bu kabul hükmü tarafları bağlar. Oysa, BK’nın 158/2. fıkrasında düzenlenen gecikme cezası (ifaya ekli cezai şart), ortada zarar olmasa dahi (BK m. 159/1), sadece sözleşmede kararlaştırılmış ise, istenebilir; aksi takdirde talep edilemez.
Cezai şart, asıl borca bağlı olup, muaccel olmadan önce fer’i niteliktedir. Dolayısıyla, eserin teslimi ile asıl borç düşünce, fer’i borç olan gecikme cezası da düşer (BK m. 113/1). Onun için eseri teslim alırken ihtirazi kayıt (çekince) dermeyan etmek gerekir (BK m. 158/11, son). Yani, cezayı isteme hakkı saklı tutularak, eser teslim alınmalıdır. Oysa, gecikme tazminatı, asıl edim borcunun yanında bağımsız bir borç olup, fer’i nitelikte değildir. Bu nedenle, gecikme tazminatını talep edebilmek için eseri teslim alırken ihtirazi kayıt (çekince) koymaya gerek yoktur.”
Avukat Vekalet Ücreti Ne Kadardır?
Avukat vekalet ücreti, hakkınızda yürütülecek işlem ve dava üzerinden belirlenmektedir. Bilindiği üzere her yıl Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanan “Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi” yasalaşarak yürürlüğe girer. İcra hukuku kapsamında görülen davalarda avukat vekalet ücreti, bu tarifede belirtilen ücretin altında bir tutar olarak belirlenemez. Dolayısıyla vekalet ücreti her zaman sabit ve kesin değildir. Bununla birlikte Baro tarafından belirtilen asgari ücret tarifesinin üzerinde bir avukatlık ücreti belirlenmesi mümkün olabilir.(2023 -2024 Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi için tıklayınız.),
İlgili yazılarımız;
- Borçlunun Temerrüdü
- İstihkak Davası Nedir?
- İhtiyati Haciz Nedir?
- İstihkak Davası
- İstirdat Davası (İİK m.72)
- İtirazın İptali Davası (İİK m.67)
- Menfi Tespit Davası Nedir? (İİK m.72)
- Kesinleşmeden İcraya Konulamayacak Kararlar
- İhtiyati haciz
- İtirazın iptali davası
- Ödeme emrine itiraz
- Konkordato
- Delil tespiti davası
- Tasarrufun iptali davası
- Menfi tespit davası
- İflas yolu ile takip
Bizimle nasıl iletişime geçebilirsiniz?
Her türlü avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmetleri hakkında bilgi almak için 0545 588 0258 numaralı telefondan numarası üzerinden tarafımıza ulaşabilir, her türlü sorunuz için irembikedemirhan@gmail.com adresine mail gönderebilirsiniz. Ücretli danışmanlık veya avukatlık hizmeti almak için tarafımız ile iletişime geçebilirsiniz. (Avukatlık Kanunu uyarınca ücretsiz danışmanlık ve bilgi verme hizmetimiz bulunmamaktadır.)
AV.İREM BİKE DEMİRHAN