İletişime geçin
+905455880258Türk Medenî Kanunu’nun 15. maddesi uyarınca Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimseler, fiil ehliyeti yönünden tam ehliyetsizdir ve bu kimselerin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz.
Türk Medenî Kanunu’nun 10. maddesinde yer alan “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır” ifadesi ile kısıtlı olmamak şartıyla ergin olan ve ayırt etme gücüne sahip olan her birey için fiil ehliyetinin tam olduğu yani bu kişilerin tam ehliyetli olduğu kabul edilmiştir.
Fiil ehliyeti, hak ehliyeti gibi pasif bir ehliyet değil, aktif bir ehliyettir. Bu sebeple, fiil ehliyetinin kazanılması için tam ve sağ doğumun yanı sıra, belirli akılsal ve psikolojik olgunluğun yanında belirli bir yaş olgunluğuna da erişilmesi gerekmektedir. Bu olgunluğa erişen kişiler, fiil ehliyetinin içeriğine giren tüm ehliyetlere, örneğin hukuki işlem ehliyetine, haksız fiil ehliyetine, dava ehliyetine ve tasarruf ehliyetine sahip olacaklardır. Böylece, her türlü hukuki işlemi şahsen yapabilecekleri gibi tüm haklarını da doğrudan kullanabilirler. Çekişme halinde bulunan bir hakkın yerine getirilmesini sağlamak için bizzat dava açabilecekleri gibi kendilerine karşı açılmış olan davalarda da mahkemede taraf olarak hazır bulunarak medenî usul hukuku ile ilgili tüm işlemleri bizzat yapabilirler.
Türk Medenî Kanunu’nun 15. maddesi uyarınca Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimseler, fiil ehliyeti yönünden tam ehliyetsizdir ve bu kimselerin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz. Bu kişilerin ayırt etme gücü bulunmadığından hukuki işlem ehliyetleri yoktur. Yapmış oldukları tüm sözleşmeler ve hukuki işlemler hükümsüzdür. Bu hükümsüzlük, karşı tarafın, ehliyetsiz kişinin ehliyetli olup olmadığını bilip bilmemesine göre de değişiklik göstermez.
Özellikle bir hukuki işlem, karşı tarafın, o kişinin ehliyetsiz olmasını anlayamayacak durumda olması halinde bile ilgili işlem hükümsüz kalacaktır. Bunun yanı sıra, ayırt etme gücüne sahip olmayan kişi, hukuki işlemi yaptıktan sonra ayırt etme gücünü kazansa dahi yaptığı işlemi, geçerli hale getiremez. Bu hukuki işlemler, kanuni temsilcinin icazeti ile de geçerlilik kazanmayacaktır ancak kişiler, hukuki işlemi tekrar yaparak hukuk alanında geçerli bir netice meydana getirebilir.
Hukuki hayata katılma, süjelerinde belli ölçüde bir manevi yeterlilik ve işlemlerde tecrübe aramaktadır. Bu sebeple kanun koyucu kural olarak ayırt etme gücüne sahip olarak ifade ettiğimiz fikri bakımdan normal ve yeterli tecrübe yaşı olarak kabul edilen erginlik yaşına ulaşan kimselerin, hukuki ilişkiler içerisine katılabileceklerini kabul eder. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen ve taraf ehliyetine sahip olan kişiler, yargılamanın süjeleri olarak davaya devam edilebilirler ancak bu kişilerin, davada gerekli usuli işlemleri yapabilmeleri için dava ehliyetlerinin de bulunması şarttır.
Tam ehliyetsizlerin davaları kanuni temsilcileri tarafından açılıp takip edileceği gibi onlara karşı ileri sürülen davaların da bu kişiler aleyhine açılıp kanuni temsilcileri tarafından temsillerinin sağlanması gerekmektedir. Ayırt etme gücü bulunmayan tam ehliyetsizlerin kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarını da tek başlarına kullanmaları da mümkün değildir. Bununla birlikte, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların, hakkın sahibi kişi tarafından doğrudan kullanılması esasından hareketle ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin, bu haklar bakımından davada temsili tartışma yaratmaktadır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 71. maddesinin ilk fıkrası uyarınca dava ehliyeti bulunan herkes, davasını kendisi veya tayin ettiği vekil aracılığı ile açabilir ve takip edebilir. Davanın temsilci tarafından yürütüldüğü hallerde, temsilci taraf olmayıp davayı taraf adına yürüten kişidir. Davada tarafların temsili, özel hukuktaki temsilin usuli bir şekli olduğundan, medenî hukuktaki gibi kanuni ve iradi olabilecektir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun davada kanuni temsil üst başlıklı 52. maddesine göre, medenî hakları kullanma ehliyetine sahip olmayanlar, davada kanuni temsilcileri, tüzel kişiler ise yetkili organları tarafından temsil edilecektir.
Ayırt etme gücüne sahip olmayan kişiler eğer küçük ise kural olarak velayet altındadırlar istisnai olarak da vesayet altına alınabilirler. Bununla birlikte, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı olanlar da genellikle vesayet ve istisnai olarak da velayet altındadır. Tam ehliyetsizler, fiil ehliyetine sahip olmadığından onlar adına tüm hukuki işlemler, Türk Medenî Kanunu’nun 448. maddesi uyarınca, kanuni temsilcileri aracılığı ile yapılacaktır.
Türk Medenî Kanunu’nun 16. maddesinin birinci fıkrasında bizzat hak sahibi tarafından kullanılması gereken hakları ifade etmek için kişiye sıkı sıkıya bağlı hak kavramı kullanılmıştır. Bununla birlikte Türk Medenî Kanunumuzun hiçbir yerinde kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların tanımı verilmemiştir. Kişiler, ancak kanun koyucu tarafından bir kanunla tanınıp düzenlenmiş kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların sahibi olabilirler. Kişilerin sözleşme özgürlüğü çerçevesinde, hukuki işlemlerle kanunda öngörülmeyen bir şahsa sıkı sıkıya bağlı hak yaratması mümkün değildir. Bununla birlikte gerek Türk Medenî Kanunu’nda gerekse İsviçre Medenî Kanunu’nda kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar hakkında bir tanım getirilmediğinden ya da sayma yoluna gidilmediğinden bir hakkın kişiye sıkı sıkıya bağlı olup olmadığı her durumda ayrı ayrı değerlendirilerek bunun sonucunda bir karar verilmelidir.
Bir haktan yararlanma, o hakkın kullanılması yoluyla olacaktır. Kural olarak, haklar hak sahibi tarafından kullanılır ancak hukuk düzeninde belirli hakların başkaları tarafından kullanılmasına sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre “kullanma yetkisinin bir başkasına bırakılmasının mümkün olmadığı, hak sahibinin bizzat kendi kullanması gereken iradi temsile imkân vermediği gibi kanuni temsile de izin vermeyen haklara kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar” denilmektedir.
Kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların bizzat hakkın sahibi tarafından kullanılması bu hakların en belirgin özelliğidir ve bu özellik temsil yasağı ya da temsil düşmanlığı şeklinde de ifade edilebilir. Çünkü kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kişinin gönül âlemiyle, onun duygusal yaşamıyla yakından bağlantılı olduğu için kural olarak devredilemeyeceği ve temsilci aracılığı ile de kullanılamayacağı kabul edilmektedir.
Temsil yasağının çok katı bir şekilde uygulanması ayırt etme gücü olmayan kişilerin aleyhine sonuçlar doğurabilir. Ortaya çıkabilecek adaletsiz sonuçların giderilmesi amacıyla farklı gerekçeler ileri sürülerek temsil yasağını yumuşatıcı çözüm önerileri getirilmiştir.
Bu çözüm önerilerinden ilki, kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları mutlak ve nispi haklar olarak tasnif ederek tam ehliyetsizlerin birtakım haklar bakımından temsilini sağlamayı hedeflemiştir. Bu görüş, hakların kişiye bağlılık derecesinden hareket eder. Öğretideki bu görüşe göre mutlak olarak kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar, temsilin hiçbir şekilde mümkün olmadığı, hakkın kişiden hiçbir şekilde çözülemediği haklardır. Bu hakların kullanılıp kullanılmayacağı konusundaki kararın mutlaka hak sahibi tarafından alınması gerekmektedir. Hak sahibinin ayırt etme gücü yoksa dahi bu haklar kanuni temsilci tarafından kullanılamayacaktır.
Ayırt etme gücünün bulunmaması halinde kanuni temsilci tarafından kullanılabileceği kabul edilen haklara ise nisbi olarak kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar denilmektedir.
Öğretide getirilen çözüm önerilerinden bir diğeri, ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin çıkarını esas almaya dayanmaktadır. Buna göre kanuni temsilcilerin ayırt etme gücü olmayan kişileri koruyup gözetmeleri için kanuni temsil yetkisi bu kişilere verilmiştir. Bazı hallerde kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların tam ehliyetsizler açısından hiçbir istisna olmadan kullanılamaması gerek kişiliğin saygınlığı gerekse tam ehliyetsizin korunması açısından elverişli olmayan sonuçlara yol açabilmektedir.
Buna örnek olarak, cana kast sebebi ile boşanma davası açamama ya da yapılması zorunlu bir ameliyata izin gerekliliği verilebilir. Bu gibi durumlar, ayırt etme gücü olmayan kişilerin çıkarına açıkça ters düşmektedir. Böyle bir durumda bu kişiler kendileri dava açamayacağından, bu kişilerin mutlak hak ehliyetsizliği gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bu sebeple önemli bir zorunluluk olan hallerde bu davalar, kanuni temsilci tarafından açılabilir. Bu konuda ölçüt, sadece tam ehliyetsizin korunması gerekliliği olmalıdır.
Öğretideki bir diğer görüş ise bu soruna çözüm getirirken Türk Medenî Kanunu’nun 16. maddesinin 2. fıkrasının yorumundan hareket etmektedir. Bu görüşe göre, bazı kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların tam ehliyetsizlerin kanuni temsilcileri tarafından kullanılmasının tam ehliyetsizlerin hak ehliyetlerinin bulunmasının bir gereği olarak nitelendirilmesi gerektiğinden Kanunumuzda bu konuda açık kanun boşluğu bulunmaktadır.
Sonuç olarak, kanun koyucunun kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar bakımından bazı düzenlemeler yapmamış olduğu görülmektedir. Bu eksiklik öncelikli olarak kendisini tam ehliyetsizlerin kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarını kullanmaları hususunda ortaya çıkmaktadır. Bu soruna farklı gerekçeler ile getirilen çözüm önerilerini değerlendirildiğinde kimi farklılıklar içerseler de esasında hepsinin ehliyetsiz kişiyi korumayı hedeflediğini ve yer yer iç içe geçtiğini görülmektedir.
Taraflardan birinin dava ehliyetinin bulunmaması durumundaki eksiklik giderilebilecek bir eksikliktir. Bu sebeple dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için mahkemece kesin süre verilecektir. Bu durumda taraflardan biri, dava ehliyetini yargılama esnasında kaybetmişse eksikliğin giderilmesi için artık gerekli işlemler yapılmalıdır.
Öncelikle dava ehliyeti bulunmayan kişiye kanuni temsilci atanması gereklidir. Usulüne uygun bir kanuni temsilci atanmadıkça davaya devam olunması hukuki dinlenilme hakkı ile bağdaşmayacaktır. Nitekim dava açıldığı zaman dava ehliyetli olup sonrasında bu ehliyeti kaybeden kişiler hakkında da Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 56. maddesi uygulanacak ve bu durum hakkında bir karar verilene kadar yargılama ertelenecektir. Ancak yargılama esnasında kişinin kısıtlanması durumunda vesayet makamının izninin alınmasının gerekli olup olmadığı hususunda yargı kararlarında bir birlik bulunmamaktadır. Yargıtay’ın vasinin vesayet makamından izin alması gerektiğine ilişkin kararlarının yanı sıra böyle bir gerekliliğin olmadığına ilişkin kararları da bulunmaktadır.
Dava şartları re’sen gözetilmektedir ancak dava şartı noksanlığı mahkemece davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş ve taraflarca ileri sürülmemiş fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 115. maddesinin 3. fıkrası uyarınca dava başlangıçtaki dava şartı eksikliği sebebi ile usulden reddedilemez. Bunun yanı sıra, vasinin vesayet makamından izin almadan açtığı bir dava reddedilmeden önce vesayet kalkar ve davacı dava ehliyetine sahip olursa da davacı vasisinden izin almadan açtığı davaya icazet vererek davaya devam edebilecektir.
Sonradan tam ehliyetli olan kişi, tüm usuli işlemleri şahsen yapabilir. Ayrıca, veliye ya da vasiye karşı yapılacak olan işlemlerin de bundan sonra kendisine yapılması gerekir. Tam ehliyetli hale gelinmesinden sonra, velinin yaptığı veya veli ya da vasiye karşı yapılmış olan işlemler geçersizdir. Tebligatların da kanuni temsilciye değil, ehliyetini kazanan kişiye yapılması gereklidir. Burada dava ehliyeti olmayan kişinin eski kanuni temsilciye yapılmış tebliği öğrenmiş olması durumu değiştirmeyecektir çünkü burada Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca usulsüz tebligat değil, geçersiz tebligat vardır. Yanlış kişiye yapılan tebliğ ehliyetsiz kişiye hiç gönderilmemiştir.
Dava ehliyeti olmayan bir kişinin dava açması halinde mahkeme dava ehliyetinin dava şartı olması sebebiyle davayı hemen usulden reddetmemelidir. Burada kanuni temsilciye, açılmış olan bu davaya icazet verip vermediğine ilişkin kesin bir süre verilmelidir. Buna göre, kanuni temsilci kendisine verilmiş olan kesin süre içerisinde açılan davaya icazet verecek olursa davaya kalınan noktadan itibaren devam edilmelidir. Verilecek bu icazetin tam ehliyetsizlerin yargılamada gerçekleştirdiği usuli işlemler bakımından etkisi tartışmalıdır. Bununla birlikte davaya verilecek olan icazetin davanın tamamına ilişkin olarak verilmesi gerekmektedir. Yapılan usul işlemlerinden bazılarına icazet verip bazılarına verilmemesinin mümkün olmadığı ileri sürülmektedir.
Dava ehliyeti bulunmayan bir kişiye dava açılması halinde ise dava dilekçesinin davalının kanuni temsilcisine tebliğ edilmesi gerekmektedir. Dava ehliyeti olmayan kişiye tebligat yapılmış ise tebligat geçersiz olup burada yapılan usuli işlemler kural olarak hukuki sonuç doğurmayacaktır.
''Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2006/869 K. 2006/4343 T. 19.04.2006''
Mahkemece, davaların reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davada murisin, işlem tarihinde akli melekelerinin yerinde olmadığı ifade edilerek ehliyetsizlik hukuksal nedenine de dayanıldığı da anlaşılmaktadır. Mahkemece, bu iddia bakımından yeterli bir araştırma, soruşturma ve inceleme yapılmamıştır. Ehliyetsizlik kamu düzeni ile ilgilidir. Dosyaya ibraz edilen raporlar ehliyetsizlik olgusunu tam olarak yansıtamamaktadır. Bu bakımdan murisin işlem tarihlerinde ehliyetli olup olmadığının tereddütsüz olarak açıklığa kavuşturulması da zorunludur.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırdedebilme kudreti (gücü (bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük (altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun `fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir` biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük (altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit (olmayı kabul ederek `ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.` hükmünü getirmiştir.
`Ayırtım gücü` eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde `yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.` denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.06.1941 tarih 4/21 (
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur.
Bunun yanında, her ne kadar HUMK.nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin `rey ve mutaalası` hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi özellikle, murisin işlem tarihleri itibariyle ehliyetli olup olmadığının saptanması, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir.
Avukat vekalet ücreti, hakkınızda yürütülecek işlem ve dava üzerinden belirlenmektedir. Bilindiği üzere her yıl Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanan “Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi” yasalaşarak yürürlüğe girer. Görülen davalarda avukat vekalet ücreti, bu tarifede belirtilen ücretin altında bir tutar olarak belirlenemez, dolayısıyla her zaman sabit ve kesin değildir. Bununla birlikte Baro tarafından belirtilen asgari ücret tarifesinin üzerinde bir avukatlık ücreti belirlenmesi mümkün olabilir.
AV.İREM BİKE DEMİRHAN
Bizimle nasıl iletişime geçebilirsiniz? Her türlü avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmetleri hakkında bilgi almak için 0545 588 0258 numarası üzerinden tarafımıza ulaşabilir, her türlü sorunuz için irembikedemirhan@gmail.com adresine mail gönderebilirsiniz. Ücretli danışmanlık veya avukatlık hizmeti almak için tarafımız ile iletişime geçebilirsiniz. (Avukatlık Kanunu uyarınca ücretsiz danışmanlık ve bilgi verme hizmetimiz bulunmamaktadır.)
İletişime geçin
+905455880258