İletişime geçin
+905455880258Ayırt etme gücü, fiil ehliyetinin olumlu ve doğal olan bir şart olup, kişinin belli bir akli olgunluğa erişmiş olduğunu gösterir. Türkiye Hukukunda ayırt etme gücü açık bir şekilde tanımlanmamıştır. Türk Medeni Kanun’un “Ayırt etme gücü” kenar başlıklı 13. maddesinde, ayırt etme gücünü olumsuz bir şekilde tanımlamıştır. Söz konusu maddeye göre, “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir”. Görüldüğü gibi, madde metninde, kişinin ne zaman ayrıt etme gücüne sahip olduğunu değil de hangi durumların ayırt etme gücünü ortadan kaldırdığını saymıştır. Maddede belirtilmiş olan durumlardan birinin içinde bulunmayan kişinin ayırt etme gücüne sahip olduğunu belirtmiştir.
Akla uygun biçimde hareket etme gücünden yoksunluk hali, her zaman bir kimsenin hukuken ayırt etme gücünden yoksun sayılmasını gerektirmez. Bunun için Türk Medeni Kanunu’nun 13. maddesinde belirtilmiş olan şartların gerçekleşmiş olması gerekmektedir.
Ayırt etme gücünü kaldıran nedenlerin başında yaş küçüklüğü gelmektedir. Çünkü doğal ve yaşam deneyimlerinin sonucu olan bir durumun hukuk alanına yansımasıdır. İnsanların, yaşlarının ilk yıllarında, biyolojik nedenlerle ayırt etme gücünden yoksundurlar; aklî işlevlerinin gelişmesi, yaşına bağlı olarak yavaş yavaş gerçekleşmekte ve ayırt etme gücüne, zamanla belirli bir psikolojik olgunluğa erişilmesi ile sahip olunmaktadır. Bu sebepten de Türkiye Hukukunda yaş küçüklüğünün ayırt etme gücünü ortadan kaldıran sebep olarak düzenlemiştir.
Türk Medeni Kanun’un 13. madde metninin ifadesinden anlaşılıyor ki, yaş küçüklüğü, akla uygun şekilde hareket etme gücünü etkilediği ölçüde ayırt etme gücünün yokluğuna sebep olur. Yani kişinin hangi yaştan itibaren ayırt etme gücüne sahip olacağı belirtilmemiş; her somut olayda küçüğün ayırt etme gücüne sahip olup olmadığını tespit işini hâkimin takdirine bırakmıştır. Ayırt etme gücü nispi kavram olduğu için hâkim bir taraftan fikri ve bedeni gelişimini ve içinde yaşadığı ortamı, diğer taraftan yapmış olduğu işlemlerin önemini göz önünde tutarak, kişinin ayırt etme gücüne sahip olup olmadığını tayin eder.
Türk Medeni Kanunu’nun 13. maddesinde akıl hastalığı, ayırt etme gücünü ortadan kaldıran bir sebep olarak düzenlenmiştir. Akıl hastalığı, kişinin tam fiil ehliyetsizliği durumu açısından en çok pratik önem sahip olan ve aynı zamanda, en ihtilaflı problemlerin var olduğu alandır. Bu sebepten de bütün çağdaş hukuk sistemleri aklı hastalarının ayırt etme gücüne sahip olmayacakları dolaysıyla da yapmış oldukları hukuki işlemlerin geçersiz olacağı prensibini kabul etmiştir. Bu prensibin kökleri Roma Hukukuna kadar uzanmaktadır.
Her ne kadar öğretide, akıl hastalarının çoğu zaman ayırt etme gücüne sahip olmadıkları belirtilse de bu ifadeden, her akıl hastalığının mutlaka ayırt etme gücünü ortadan kaldıracağı sonucuna varılmamalıdır. Çünkü bütün akıl hastaları ayırt etme gücünden yoksun değillerdir. Hastalarının bir kısmı ayırt etme gücüne sahip oldukları halde, bir kısmı ise ayırt etme gücüne sahip değildir.
Bir akıl hastalığının ayırt etme gücünü etkileyebilmesi için, akla uygun biçimde davranma yeteneğini etkileyecek nitelikte olması gerekir. Buna göre, tamamen geçici türden zayıflık, engel ve özürler ayırt etme gücünün varlığı konusunda göz önüne alınmamalıdır. Ayırt etme gücünden yoksunluktan bahsedebilmek için az çok süreklilik gösteren yapısal bozukluklar hesaba katılmalıdır81. Ancak, ayırt etme gücünü kaldıracak nitelikte olan bir akıl hastalığına tutulan kimse, her zaman ayırt etme gücünden yoksun değildir.
Bu durum, akıl hastalıklarının genelde periyodik, devreyi ve bazen de geçici olmasından kaynaklanmaktadır. Bu tip akıl hastaları, zaman zaman gelen nöbetlerin etkisiyle ve nöbet sırasında ayırt etme gücünü yitirmekteler. Ancak, bu akıl hastaları, durgunluk dönemlerine (lucida intervalla) girdiklerinde, yaptıkları eylemlerin ve hukukî işlemlerin sonuçlarına farkına varacak niteliğe sahip olurlar. Başka bir ifadeyle, akıl hastaları, bu durgunluk döneminde ayırt etme gücüne sahiptir.
Türk Medeni Kanunu’nun 13. maddesinde sayılmış olan, ayırt etme gücünü ortadan kaldıran nedenlerden bir de akıl zayıflığıdır. Akıl zayıflığı, akli melekelerin tam olarak gelişmemiş bulunması sebebiyle, makul surette hareket edebilme iktidarına engel olan bir durumdur. Akıl zayıflığı, bir kimsede doğumdan gelen veya daha sonra ortaya çıkan ve akılsal işlevlerdeki (aklî melekelerde) yetersizlik, bir az gelişmişlik, bir duraklama veya gerileme durumunu ortaya koyar. Akıl zayıflığına, bunaklık, geri zekâlılık, budalalık, (idio, embesil, debil), örnek olarak gösterilebilir.
Akıl hastalığı ile akıl zayıflığı arasında bir ayrımın yapılması hukukî açıdan önem taşımaktadır. Zira akıl zayıfı olarak nitelendirilen kimseler, çoğu zaman ayırt etme gücüne sahiptirler. Oysaki akıl hastası olan kimseler bakımından aynı şey söylenemez.
Akıl zayıflığı söz konusu olduğu zaman, hâkim tıp biliminin yardımından yaralanmak zorundadır. Akıl zayıflığının bulunduğu durumlarda, hâkim, tıp ve psikiyatri biliminden yararlanarak, her somut olayın durumuna göre, kişinin, eylem veya davranışı yaparken ayırt etme gücüne sahip olup olmadığını değerlendirecektir.
Ayırt etme gücünü ortadan kaldıran diğer bir durum da sarhoşluktur. Öğreti sarhoşluk halini, alkollü içkinin zihin ve irade meleklerini etkilemesi, geçici olarak kişinin bilincinde karışıklık meydana getirmesi olarak tanımlamaktadır. Ancak, sarhoşluk, her ne kadar alkol yüzünden iradesi zayıflayanlar için kullanılan bir söz gibi gözükmekte ise de, uyuşturucu ve uyarıcı maddelerde108 sarhoşluğa yol açabilir. Onun için sarhoşluk deyimini geniş anlamak gerekir. O halde sarhoşluk, alkol, uyuşturucu veya uyarıcı madde alınmasından doğan ve sinirlerde depresyon veya kısmi felçler yaratan bir durumdur.
Sarhoşluk, ayırt etme gücünü ortadan kaldıran yapay bir etkendir. Çünkü sarhoşluk, akıl hastalığı ve akıl zayıflığı gibi, yapısal bir bozukluktan ileri gelmez ve sürekli bir nitelik taşımaz. Sarhoşlukta, bir kimse, dış bir etkenden dolayı, zekâ ve anlayış yeteneklerinin uyuştuğu, zayıfladığı bir ruh hâline düşmekte ve böylece o, iradesine hâkim olamaz ve hareketlerini ölçemeyecek bir duruma girer ve sonuç itibariyle geçici olarak ayırt etme gücünü yitirir.
Sarhoşluğun kişinin akla uygun biçimde davranma yeteneğini hangi andan itibaren ortadan kaldıracağı saptamak oldukça zorudur. Bu konuda kesin bir kıstas verilemez. Ancak, sarhoşluk veren madde, başka bir deyimle alkol, uyuşturucu ve uyarıcı maddeler, akla uygun biçimde davranma yeteneğini, kişideki şuur ve iradeyi kaybettirecek ölçüde alınmış olması durumunda kaldıracaktır. Dolayısıyla alkol alınması nedeniyle, kişide oluşan neşelilik hali, sarhoşluk sayılmayacak ve makul surette hareket etme iktidarını da etkilemeyecektir.
Ayırt etme gücünü ortadan kaldıran nedenler yalnız akıl hastalığı, akıl zayıflığı ve sarhoşluk (alkol, uyuşturucu ve uyarıcı maddeler) değildir. Başka nedenlerde ayırt etme gücünün yokluğuna sebep olabilir. Bu sebepten de Türk Medeni Kanunu’nda ayırt etme gücünü ortadan kaldıran halleri akıl hastalığı, akıl zayıflığı ve sarhoşluk (alkol, uyuşturucu ve uyarıcı maddeler) ile sınırlı tutmamış akla uygun biçimde davranma yeteneğini ortadan kaldıran her hususun ayırt etme gücünü kaldırabileceğinin ifade etmişlerdir.
Türk Medeni Kanunu’nun 13. maddesi ile akıl hastalığı, akıl zayıflığı ve sarhoşluk, ayırt etme gücünü ortadan kaldıran birer sebep olarak düzenlendikten sonra, “ya da buna benzer sebeplerden biriyle” demek suretiyle, sadece maddede sayılan hususların değil de akla uygun biçimde davranma yeteneğini ortadan kaldıran her hususun ayırt etme gücünü kaldırabileceğinin ifade etmiştir.
''Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2002/7624 K. 2002/8534 T. 04.07.2002''
KARAR: Dava, muvazaa ve tehdit hukuksal nedenlerine dayanılarak açılmış, tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir.
Davada, ehliyetsizlikten söz edilmemekle birlikte davacının hacir altında bulunduğu ve davanın atanan vasi tarafından açıldığı anlaşılmaktadır. Ehliyet kamu düzeni ile ilgili olup, mahkemece re'sen gözetilmesi zorunludur.
Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanun'un "fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir" biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış; 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek "ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır." hükmünü getirmiştir.
"Ayırtım gücü" eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde "yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir." denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanun'un 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay içtihadı birleştirme kararı: 11.6.1941 tarih, 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibarıyla ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması, tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kâğıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur.
Bunun yanında, her ne kadar HUMK'nun 286. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin "rey ve mütalaası" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hâkimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye, eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanun'un 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma ve inceleme yapılması, davacının akit tarihi olan 25.5.1990 tarihinde ehliyetli olup olmadığının saptanması, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde diğer hukuksal nedenlerin değerlendirilmesi ve ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü, HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 4.7.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Avukat vekalet ücreti, hakkınızda yürütülecek işlem ve dava üzerinden belirlenmektedir. Bilindiği üzere her yıl Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanan “Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi” yasalaşarak yürürlüğe girer. Görülen davalarda avukat vekalet ücreti, bu tarifede belirtilen ücretin altında bir tutar olarak belirlenemez, dolayısıyla her zaman sabit ve kesin değildir. Bununla birlikte Baro tarafından belirtilen asgari ücret tarifesinin üzerinde bir avukatlık ücreti belirlenmesi mümkün olabilir. (2024 -2025 Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi için tıklayınız.)
AV.İREM BİKE DEMİRHAN
Her türlü avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmetleri hakkında bilgi almak için 0545 588 0258 numarası üzerinden tarafımıza ulaşabilir, her türlü sorunuz için irembikedemirhan@gmail.com adresine mail gönderebilirsiniz. Ücretli danışmanlık veya avukatlık hizmeti almak için tarafımız ile iletişime geçebilirsiniz. (Avukatlık Kanunu uyarınca ücretsiz danışmanlık ve bilgi verme hizmetimiz bulunmamaktadır.)
İletişime geçin
+905455880258