Muvazaalı İşlemler
Muvazaalı işlemler Türk Borçlar Kanunu’nun 19. Maddesinde incelenmiştir.
İçindekiler
Muvazaa Nedir?
Muvazaa, sözlükte; danışıklı işlem, danışık, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak konusunda anlaşmaları olarak tanımlanmıştır.
Bir hukuk müessesesi olarak muvazaa, “Tarafların; üçüncü kişileri aldatmak gayesiyle, gerçek iradelerine uygun olmayan ve hukukî sonuç doğurmasını istemedikleri bir işlemdir.”
Muvazaa müessesesi dolaylı olarak, TBK. m. 19/1’de, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” şeklinde düzenlenmiştir. İlgili hüküm, muvazaanın tanımına yer vermeksizin, muvazaalı işlemlerin hüküm ve sonuçlarına dair dolaylı düzenleme getirmektedir.
Muvazaa Anlaşmasının Özellikleri Nelerdir?
Muvazaa anlaşmasıyla taraflar görünüşte bir işlem yapma yönündeki iradelerini açığa vururlar. Bu yolla taraflar, gerçekleştirecekleri işlemin üçüncü kişiler nezdinde bir görünüş meydana getirmeye yönelik olduğu hususunda ittifak eder. Bunun bir gereği olarak, taraflar görünürdeki işlemin hukukî sonuç doğurmasını arzu etmemektedir.
Muvazaa anlaşmasına konu yapılan husus; muvazaaya karakteristik özelliğini veren, akdedilecek olan görünüşteki sözleşmede tarafların beyanlarının iradeleri ile örtüşmediğidir. Bu da görünürdeki sözleşmenin göstermelik olduğu anlamına gelir . Muvazaalı işlemin aksine, muvazaa anlaşmasında taraflar gerçek iradelerini ortaya koymaktadır. Bu yolla taraflar, görünürdeki sözleşme için gerçekleştirecekleri irade beyanlarının, kendileri için geçerli olmayacağını konu edinen bir sözleşme akdetmektedir. Bu sebeple, her muvazaa anlaşmasının amacı; sözleşmenin gerçek niteliğini gizlemektir.
Muvazaa anlaşmasında, bir hukukî işlem yapmış gibi görünerek, üçüncü kişileri aldatma niyeti vardır. Bu sebepledir ki; muvazaa anlaşması gizli niteliktedir.
TBK. m. 1 hükmü gereği, muvazaa anlaşması tarafların karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklamaları neticesinde kurulur. Bu anlaşmada, Borçlar Hukuku anlamında bir sözleşmede yer alması gereken bütün unsurlar bulunmalıdır. Muvazaa, sözleşme niteliğini haiz olduğundan, muvazaa anlaşmasının kurulabilmesi için karşı tarafın kabulüne ihtiyaç vardı. Bu kabul, açık (sarih) veya örtülü (zımnî) olabilir. Ancak kabul çoğu zaman zımnî niteliktedir. Muvazaa anlaşmasının muhatabı birden fazla kişiden oluşuyorsa, anlaşmanın kurulabilmesi için bunların tamamının kabulüne ihtiyaç vardır. Yine TBK. m. 12/I hükmünden hareketle, kanunda aksine bir düzenleme mevcut olmadığı için muvazaa anlaşması şekle tâbi değildir.
Muvazaanın Mümkün Olmadığı Haller Nelerdir?
Muvazaa mahiyeti gereği, tek taraflı hukukî işlemlerde söz konusu olmaz. Zira muvazaa anlaşmasının varlığı için, ulaşması gerekli bağlı bir irade beyanına ihtiyaç vardır. Bu sebeple, muvazaa anlaşması, yapısı gereği iki tarafın mevcudiyetini gerektirir.
Resmî makama yapılan ve onların onayıyla kurulan işlemlerin muvazaalı olması mümkün değildir. Zira, resmî makamın irade açıklamasına ihtiyaç duyan işlemlerde, muvazaa anlaşmasının tesisi düşünülemez. Bu sebeple, bu tarz bir işlemde bulunması mümkün olmayan muvazaanın hukukî etkiye sahip olması da imkân dâhilinde değildir.
Tarafların birbirinden habersiz olarak, işlemin gerçekte geçersiz olmasını istemeleri, işlemin muvazaalı olması sonucunu doğurmaz. Nitekim, her bir tarafın durumu, birbirinden bağımsız bir şekilde, zihnî kayda örnek teşkil eder. İki zihnî kaydın birleşerek, bir muvazaalı işlem meydana getirmesi ise mümkün değildir.
Miras bırakanın mirasçılardan mal (para) kaçırmak amacıyla, bir taşınmazı üçüncü kişiye ya da mirasçılarına bağışlamak yerine, bunların üçüncü kişiden satın aldığı taşınmazın bedelini ödemesi hâlinde muvazaa yoktur.
Zira buradaki işlemler ciddîdir, hüküm ve sonuç doğurmaları taraflarca istenmektedir. Ancak yapılan bu gizli bağışlama tenkise tabi olabilir.
Muvazaanın Türleri Nelerdir?
Mutlak Muvazaa
Mutlak muvazaa, tarafların aralarında hüküm ve sonuç doğuracak bir sözleşme yapmak istemedikleri hâlde, üçüncü kişilere karşı, onları aldatmak amacıyla bir sözleşme yapmış görünmek için bir hukukî işlem gerçekleştirmeleridir. Bu tür muvazaada sadece üçüncü kişileri aldatmaya yönelik bir hareket söz konusudur. Burada, hukukî neticeyi amaçlayan bir işlem bulunmamaktadır.
Mutlak muvazaada, muvazaa anlaşması ve ona uygun olarak akdedilmiş olan görünürdeki işlem mevcuttur. Ayrıca geçerli olması arzulanan gizli bir sözleşmeden söz edilemez.
Nispi Muvazaa
Taraflar çoğu zaman, muvazaa anlaşmasına uygun olarak sadece görünürde bir işlem akdetmekle kalmaz; muvazaa anlaşması vâsıtasıyla görünürdeki işlemden ayrı olarak, kendi aralarında geçerli olmasını istedikleri, ortak iradelerini yansıtan, ikinci bir işlem yapmayı kararlaştırırlar. Geçerli olması istenen bu ikinci işlemin üçüncü kişiler tarafından bilinmesi arzu edilmez. Nisbî muvazaa adı verilen bu durumda, muvazaalı işlem, diğerini gizleme vazifesi görür. Görünürdeki muvazaalı işlemin ardında gizlenmiş olan işleme, gizli işlem adı verilir.
Nisbî muvazaada; muvazaa anlaşması, görünürdeki işlem ve gizli işlem unsurlarının yanında, mutlak muvazaada olduğu gibi, muvazaanın teşekkülü için zarurî olan, üçüncü kişileri aldatma niyetinin mevcudiyeti gereklidir.
Muvazaanın Hüküm ve Sonuçları Nelerdir?
Muvazaalı İşlem
Muvazaalı işlem; tarafların hüküm ve sonuç doğurmaması hususunda anlaştıkları, üçüncü kişilere karşı bir görünüş meydana getirmek amacıyla gerçekleştirmiş oldukları muameledir. Bu sebeple söz konusu işlem, tarafların gerçek iradelerini yansıtmamaktadır. Yukarıda da izah edildiği üzere, bu işlem, hem mutlak muvazaada hem de nisbî muvazaada söz konusudur. Mutlak muvazaa; görünürdeki muvazaalı işlemden ibaret iken; nisbî muvazaada bu işlem arkasına gizlenmiş, geçerli olması arzulanan ikinci bir muamele mevcuttur.
Muvazaalı İşlemin Geçersizliği
Muvazaalı işlem söz konusu olduğunda, tarafların gerçek ve ortak iradeleri; görünürdeki bu işlemin geçersiz olması yönünde teşekkül etmektedir. Bu sebeple, muvazaalı işlemin geçersiz olduğu kabul edilmelidir. Nitekim daha önce de belirtildiği üzere, tarafların gerçekten üzerinde ittifak ettikleri husus, görünürdeki muvazaalı işlemin hüküm ve sonuç doğurmamasıdır. Tarafların hükümsüzlüğü noktasında anlaştıkları bir sözleşmeyi, onların bu arzusuna rağmen geçerli kabul etmek, sözleşme özgürlüğü ilkesine aykırılık teşkil eder.
Muvazaada iki tarafın karşılıklı iradeleri, görünürdeki işlemin geçersizliği yönündedir. Bu sebeple, güven teorisi gereği, tarafların sözleşmeye verdikleri, mâkûl anlamın irdelenmesi ve işlemin geçerliliğinin buna göre tespit edilmesi gerekli değildir.
Muvazaalı işlem, diğer geçerlilik şartlarını taşısa bile, geçerli hâle gelmez. Meselâ görünürdeki satış işlemi resmî şekilde gerçekleştirilmiş olsa da, bu işlemin geçerliliği için yeterli değildir, muamele muvazaalı olduğu için geçersizdir.
Muvazaalı işleme uygulanan kesin hükümsüzlük (butlan) yaptırımı, TBK. m. 27 hükmünde düzenlenmiş olan kesin hükümsüzlükten (butlandan) farklıdır. Zira, muvazaalı işlem için öngörülen kesin hükümsüzlük müeyyidesinin kaynağı, muhtevası gereği TBK. m. 27’ye göre, daha özel bir düzenleme olan TBK. m. 19/I hükmüdür. TBK. m. 27 hükmünde, kesin hükümsüzlük yaptırımı öngörülen durumların aksine; muvazaalı işlem, sadece muvazaalı olması sebebiyle, ne kamu düzenini ihlâl eder, ne kişilik haklarına, ne ahlâka, ne de kanunun emredici hükümlerine aykırıdır. Muvazaalı işlemin ayrıca, TBK. m. 27 hükümde ifadesini bulmuş olan, kamu düzenine aykırı olması mümkündür. Bu durumda, objektif niteliği gereği, TBK. m. 27 hükmünün uygulanıp muvazaalı işlemin bu sebeple (kesin hükümsüz) bâtıl kabul edilmesi gerekir.
Muvazaalı İşlemin Geçersizliğinin Sonuçları
-Muvazaa iddiası herkes tarafından ileri sürülebilir.
-Bir işlemin muvazaalı olduğunu hakim re’sen göz önünde bulundurur.
-Muvazaalı işlem taraflar için alacak ve borç doğurmaz.
-Muvazaalı işlem neticesinde mülkiyet karşı tarafa geçmez
-Muvazaalı işlem sebebiyle zarara uğrayan üçüncü kişiler tazminat talep edebilir.
-Muvazaalı işlem zamanla sıhhat kazanmaz
-Muvazaa iddiası itiraz yoluyla ileri sürülebilir.
-Muvazaa iddiası kural olarak tespit davasına konu edilebilir.
Muvazaalı İşlemin Geçersizliğinin İleri Sürülemeyeceği Haller
-Alacağın geçerli bir şekilde kazanılmış olması
-Alacağın yazılı borç tanımasına güvenilerek kazanılmış olması
-Alacağın iyiniyetle kazanılmış olması
-Taşınır malı emin sıfatıyla zilyetten iyi niyetle iktisap edenin korunması
-Muvazaalı temsil yetkisine güvenen iyi niyetli üçüncü kişinin korunması
-Muvazaalı işlemin kesin hükümsüzlüğünün (butlanının) dürüstlük kuralına aykırı olarak ileri sürülememesi
Muvazaanın varlığı nasıl ispat edilir?
Bir hukukî ilişkinin muvazaalı olduğu iddiasının, hukukî sonuç doğurabilmesi için ispatlanması zarurîdir. Muvazaanın mevcudiyetini iddia eden kimse, bunu ispat yükü altındadır. Bu durum, TMK. m. 6’da yer alan, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” hükmünün bir gereğidir. İlgili hüküm, ispat yükü dağılımını gösteren temel düzenlemedir . Bu temel normdan kaynağını alan, “herkes iddiasını ispatla mükelleftir” ilkesi, muvazaanın ispatı için de geçerlidir . TMK. m. 6 hükmünde, taraflardan her birinin iddialarını ispat ile yükümlü tutulmuş olması, ispat külfetinin sadece davacıda olmadığının da bir göstergesidir.
Muvazaanın ispatıyla kastedilmek istenen, tarafların gerçek iradesinin, görünürdekinden başka yönde olduğunu ortaya koymaktadır. HMK’nın 190. maddesinde ise “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vâkıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde düzenleme getirilmiştir.
Muvazaanın taraflarının birbirlerine karşı veya üçüncü kişilere karşı, aynı şekilde üçüncü kişilerin muvazaalı işlemin taraflarına karşı, muvazaa iddiasıyla açtıkları davalarda, yine genel ispat kuralları geçerli olur.
Muvazaanın Taraflarca İspatı
Muvazaa anlaşması neticesinde meydana gelmiş işlemlerin tarafları, işlemler yazılı veya resmî nitelikte ise HMK. m. 200 ve 201’e göre, yazılı delil göstererek muvazaayı ispat edebilirler. HMK’nın “Senetle ispat zorunluluğu” başlıklı 200. maddesinin 1. fıkrasında, “Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukukî işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukukî işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hükme göre, gerçekleştirildikleri zamanki değerleri veya miktarları iki bin beş yüz Türk Lirası’nı geçen hukukî işlemlerin senetle ispatı mecburîdir.
Ancak senede karşı tanıkla ispat yasağını düzenleyen HMK. m. 201 hükmünde, HMK. m. 200/I düzenlemesine bir istisna getirilmiştir. Buna göre, senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıran veya azaltan nitelikte bulunan hukukî işlemler iki bin beş yüz Türk Lirası’ndan az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz. Bu sebeple, HMK. m. 201 hükmü gereği, bir senedin muvazaalı olduğu iddiası varsa, hukukî ilişkinin değerine veya miktarına bakılmaksızın, muvazaanın taraflarının bunu senetle ispat etmesi gerekir.
Yazılı delil yanında, diğer kesin deliller olan ikrar, yemin ve kesin hükümle de, muvazaa iddiası ispat edilebilir.
Taraflar, aralarındaki yazılı sözleşmenin muvazaalı olduğu yönündeki iddialarını, tanıkla ispat edemezler. Bu sınırlama, halef sıfatıyla muvazaa iddiasında bulunanlar için de geçerlidir. Halef kavramı, esasında üçüncü kişi kavramının zıttıdır. Eğer iddiada bulunan halef sıfatını haizse, üçüncü kişinin sahip olduğu imkânlardan faydalanamaz. Nitekim bu durumda, muvazaa iddiasında bulunanlar, üçüncü kişi sıfatıyla değil, muvazaalı işlemin taraflarının halefi olarak uyuşmazlıkta yer almaktadır.
Muvazaalı sözleşmenin resmî şekilde yapıldığı hâllerde, ispatın da resmî senetle gerçekleştirilmesi mecburî değildir. Gerçekten de, böyle durumlarda muvazaa, yazılı bir delille ispat edilebilir.
Muvazaanın Üçüncü Kişiler Tarafından İspatı
HMK. m. 203 hükmü gereği, üçüncü kişiler muvazaanın mevcudiyetini her türlü delille ispat edebilir. Muvazaa anlaşmasının tarafları için öngörülmüş olan yazılı delille ispat şartı, üçüncü kişiler için söz konusu değildir. Nitekim esasında üçüncü kişileri aldatma amacıyla gerçekleştirilmiş olan muvazaalı işlemlerin, üçüncü kişilerce ispatı, taraflara nazaran daha zordur.
Muvazaanın ispatının, özellikle üçüncü kişiler tarafından, mutlak şekilde gerçekleştirilmesi oldukça zordur. Bu sebeple, hâkim muvazaanın varlığını araştırırken, somut olayın özelliklerini iyi değerlendirmelidir. Sadece muvazaanın varlığına işaret eden bir delilin varlığına dayanarak hüküm tesis etmekten kaçınmalıdır.
Konuya İlişkin Yargıtay Kararları
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu E. 1974/1 K. 1974/2 T. 01.04.1974:
“Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla; tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malını, gerçekte bağışlamak istediği halde, tapu sicil memuru önünde iradesini satış biçiminde açıkladığının gerçekleşmemiş olması durumunda, saklı pay sahibi olan mirasçıların, tenkis ya da mirasta iade davası açmak haklarını kullanmayıp Borçlar Kanunu`nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu medeni kanunun 507. Ve 603. Maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1.4.1974 günlü ikinci toplantısında oyçokluğuyla karar verildi…”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 1980/6-972 K. 1981/103 T. 20.02.1981:
“… Mahkeme sona ermeden ve muvazaa edilen incelenmeden davalı kendiliğinden bankadaki paranın kendisine verilmesini isteyemez. Davacı Mahkemenin ilk ara kararı gereğince Mahkemece kabul edilen teminat mektubunu getirmekle vecibesini yerine getirmiştir. Mahkemenin talep dışı 15.2.1978 tarihinden ittihaz ettiği ve yeni hesap açıklamasına mütedair kararının kanuni dayanağı yoktur. Kaldı ki böyle bir talep olsa dahi, Mahkeme bu yolda bir karar ittihaz edemez. Muvazaa iddiası incelenerek sonucuna göre bir karar verilmelidir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü.
Davacı, iddia ettiği Şufa bedelini, mahkemenin 15.2.1978 günlü ara kararında tanınan süre içerisinde 750.000 liralık banka teminat mektubu olarak ibraz etmiş ve teminat mektubu mahkemece kabul olunmuştur. Bu teminat mektubunun derhal paraya tahvilinin mümkün olduğu da anlaşılmaktadır. Şu duruma göre davacı, bu husustaki ara kararının gereğini yerine getirmiş sayılır. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına dosyadaki kâğıtlara, dayandığı gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi Usul ve Yasa’ya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.”
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi E. 2010/3390 K. 2011/18137 T. 15.06.2011:
“Taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının altı aylık kıdeminin bulunup bulunmadığı, feshin geçerli nedene dayanıp dayanmadığı ve davalı ile dava dışı şirket arasındaki alt işverenlik ilişkisinin muvazaaya dayanıp dayanmadığı konularına ilişkindir. Normatif dayanak ise 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2, 18, 19, 20 ve 21.maddeleridir.
İşverenler arasında muvazaalı biçimde asıl işveren alt işveren ilişkisi kurulmasının önüne geçilmek istenmiş ve 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinde bu konuda bazı muvazaa kriterlerine yer verilmiştir.
Muvazaa Borçlar Kanununda düzenlenmiş olup, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmesi arzu etmedikleri görünüşte bir anlaşma olarak tanımlanabilir. Üçüncü kişileri aldatmak kastı vardır ve sözleşmedeki gerçek amaç gizlenmektedir. Muvazaanın ispatı genel ispat kurallarına tabidir. Bundan başka 4857 sayılı İş Kanununun 2. maddesinin 7. fıkrasında sözü edilen hususların adi kanuni karine olduğu ve aksinin kanıtlanmasının mümkün olduğu kabul edilmelidir.
Somut olayda davacı davalı şirketin alt işverenlik uygulamasının muvazaaya dayandığını ileri sürmesine rağmen, mahkemece sözü edilen iddia üzerinde yeterince inceleme yapılmadan davalı hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmiştir. Muvazaa re’sen araştırılmalı ve işçinin gerçek işvereni açıklığa kavuşturulduktan sonra davalıların sorumlulukları belirlenmelidir.
Bu nedenle yapılması gereken iş, davacının 5 yıldır belediyeye ait işyerinde gelirler genel müdürlüğünde çalıştırılmakta olduğu iddiası dikkate alınarak geriye doğru tüm sigorta kayıtlarının getirtilmesi, davalı belediyenin dava dışı Beykent şirketi öncesinde belediye sosyal tesisleri, kültür merkezi ve hizmet binasının temizliği işini başka alt işverenlere verip vermediği, davacının bu şirketlerde çalışıp çalışmadığı hususlarının ve alt işverenlik uygulamasının yukarıda belirtilen esaslara aykırı olup olmadığını gerekirse uzman bilirkişi aracılığı ile tespit etmek ve sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.”
Avukat vekalet ücreti ne kadardır?
Avukat vekalet ücreti, hakkınızda yürütülecek işlem ve dava üzerinden belirlenmektedir. Bilindiği üzere her yıl Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanan “Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi” yasalaşarak yürürlüğe girer. Görülen davalarda avukat vekalet ücreti, bu tarifede belirtilen ücretin altında bir tutar olarak belirlenemez, dolayısıyla her zaman sabit ve kesin değildir. Bununla birlikte Baro tarafından belirtilen asgari ücret tarifesinin üzerinde bir avukatlık ücreti belirlenmesi mümkün olabilir.(2023 -2024 Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi için tıklayınız.)
İlgili yazılarımız;
- Muvazaalı İşlemler
- Mirasın Reddinin İptali Davası
- Mirasın Reddi Dilekçe Örneği
- Vasiyetnamenin İptali Davası
- Muris Ve Mirasçı
- Ortaklığın Giderilmesi Davası Nedir?
- Ortaklığın Giderilmesi (İzale-İ Şuyu) Davasının Açılamayacağı Durumlar
- Miras Hukuku
- Satış Yoluyla Ortaklığın Giderilmesi,
- Vasiyetnamenin Tenfizi Davası,
- Ortaklığın Giderilmesi/İzale-İ Şuyu Davası,
- Muhdesatın Aidiyetinin Tespiti Davası
- Kamulaştırmasız El Atma
Bizimle nasıl iletişime geçebilirsiniz?
Her türlü avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmetleri hakkında bilgi almak için 0545 588 0258 numaralı telefondan numarası üzerinden tarafımıza ulaşabilir, her türlü sorunuz için irembikedemirhan@gmail.com adresine mail gönderebilirsiniz. Ücretli danışmanlık veya avukatlık hizmeti almak için tarafımız ile iletişime geçebilirsiniz. (Avukatlık Kanunu uyarınca ücretsiz danışmanlık ve bilgi verme hizmetimiz bulunmamaktadır.)
AV.İREM BİKE DEMİRHAN